Zafer Müzesi (Başkomutan Tarihi Milli Park Müdürlüğü)

Afyonkarahisar’ın, şehir merkezinde “Zafer Anıtı” ile Afyonkarahisar Kalesi’nin karşısında mutenâ bir mevkide yer alır. 1915-1920 Cumhuriyet öncesi Saitoğlu Mehmet Sait Efendi tarafından iki katlı olarak yaptırılmıştır. Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin planlandığı ve taarruz emrinin verildiği yerdir. Bina genel hatları ile neo-klasik özellik taşımaktadır. Plan itibariyle de tipik Anadolu evleri tarzında (orta hayat denilen büyük bir sofa, yanlarında bu sofaya açılan odalar) olduğu görülür. Zemin kat (10 oda, 1 toplantı salonu ve sahnesi) ve üst kattan (9 oda ve sergi salonu) oluşan müzede hem Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile ilgili bilgi verilmekte hem de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa ve Batı Cephesi Harekât Şube Müdürü Tevfik Bıyıkoğlu anısına düzenlenen odalar sergilenmektedir.

Şimdiki Belediye binasının yapıldığı 1930’lu yıllara kadar “Afyon Belediye Binası” olarak hizmete devam etmiştir. Daha sonra yeni Belediye binasının tamamlanması ile bina “Emniyet Müdürlüğü’ne” tahsis edilmiştir.

Bina, 1985 yılında Milli Emlak Müdürlüğü’nce “Zafer Müzesi” olmak üzere, Başkomutan Tarihi Milli Park Müdürlüğü’ne tahsis edilmiş, Müdürlüğümüz ise binayı 11.09.1986 tarihinde teslim almıştır. 1992 yılında Müdürlüğümüz bu binaya taşınmıştır.

Dekorasyon ve düzenleme çalışmalarının devam ettiği bu binanın önemi, tüm ulusun ölüm-kalım mücadelesi verdiği bir döneme (1919-1922) ait olmasından, 27 Ağustos 1922’de Afyon Karahisar’ın düşman işgalinden kurtuluşunu müteakip, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Garp Cephesi Komutanı İsmet İnönü, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa ve Garp Cephesi Hareket Şube Müdürü Tevfik Bıyıklıoğlu’nun bu tarihi binada kalmalarından ve burayı karargâh olarak kullanmalarından ileri gelmektedir.

Müze Tel : (+90-272) 212 09 16
Ziyarete açık saatler : 08.30-12.00 ve 13.00-17.30 arası
Ziyarete açık günler : Pazartesi hariç her gün

 

Arkeoloji Müzesi

Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan tarih araştırmaları ışığında, önce Asar-ı Atika Muhipleri Cemiyeti, daha sonra Halkevi çalışmaları bünyesinde bir müze oluşturma ve İl tarihi yazma girişimleri olarak 1928 yılında çalışmalar başlamıştır. Süleyman Hilmi (Gönçer) ve Oğuz (Günel) Beylerin öncülüğünde başlatılan bu çalışmalar sonucunda, boş olan Taş Medresede çeşitli yerlerden bulunan eserler, depolanmaya başlamıştır. Eserler çoğaldıkça müzeye dönüştürme düşüncesi ortaya çıkmış, bunun sonucunda 1931 yılında kurulan Müze Memurluğu, 1933 yılında Müdürlüğe dönüştürülmüştür. Süleyman Hilmi Bey’in üstlendiği bu görevler sonucu Müze, bölge müzesi konumuna yükselmiştir. Çevrede Bursa ve Konya Müzeleri dışında müze yoktur. Bu nedenle Süleyman Hilmi Bey, çevre illere de giderek zor koşullarda da olsa müzeciliğin yapılabileceğini göstermiştir. Uşak, Burdur, Isparta ve Aydın çevrelerinden arkeolojik, Aydın ve Kütahya çevrelerinden etnoğrafik eserler toplamıştır.

Türkiye arkeolojisinin ilk kazı yerlerinden biri olan Sandıklı Kusura höyük kazısı ve buluntuları ile, 1935 yılında dünyaya adını ilk duyuranlardan olan müzemiz, zaman içinde toplanan eserlerin çokluğu, büyük boyutlarda olması, tek veya grup eser bulundurması bakımından bu önemini daha da artırmıştır. 1964 yılında arkeolog Hasan Tahsin Uçankuş un ilimize gelmesiyle, çağdaş ve bilimsel bir arkeoloji ve müzeloji çalışmaları başlatılmıştır. Bunun sonucunda arkeoloji ağırlıklı yeni müzeye gerek duyulmuş ve 1971 yılında bugünkü müze, Bölge Müzesi, Frigya Müzesi konumunda açılmıştır. Daha sonraki yıllarda çevre illerde de müzeler açılmaya başlayınca bu konumu, il düzeyinde kalmıştır.

Müzemiz, il düzeyinde kalmış olmasına rağmen, Türkiyenin büyük müzeleri arasında bilinmekte ve uluslar arası ilgi görmeye devam etmektedir. Çünkü Eski Tunç çağından günümüze kadar geçen 5000 yıllık bir süre içinde kesintisiz kültür ve inanç gelişimini sunabilmektedir. Bugünkü konumunda ilimiz, nasıl ki yolların düğüm noktası ise, 5000 yıllık süre içinde de aynı konumda olduğunu Müzemiz göstermektedir.

Bulundurduğu kazı buluntuları, pişmiş toprak sanatının tarihi; mermer sanatının tarihi; dokuma, para, giyim, halı, kilim sanatının tarihi ile ölü gömme gelenekleri; tanrı ve tanrıça heykelcikleri; mimari parçalar; kap kacaklar; kesici ve öldürücü araçlar gibi koleksiyonlar müzenin önemini artırmaktadır. Ulusal ve Uluslar arası açılan tüm sergilere, çok sayıda eser vererek katılmaktadır. Mehmet Yılmaz ve Saadet Özgündüz dönemlerinde müze içi; Ahmet Topbaş döneminde ise müze dışı, anıt ve sit alanlarının envanterler çalışmalarına ağırlık verilmiştir.

Yeni müze binası tek katlıdır. Müzede birbirine bağlı 9 sergi salonundan ayrı, büro kesiminde 5 oda, bir kitaplık, bir konferans salonu, alt katlarda 5 depo, bir fotoğraf atölyesi ile laboratuar yer almaktadır. Müzede kapalı sergi salonlarında Afyon ve çevresinden bulunmuş olan arkeolojik eserler, kronolojik bir sıra esas alınarak sergilenmektedir. Bu salonlarda sergilenen eserlerle, Eski Tunç, Hitit, Frig, Lidya, Roma ve Bizans dönemlerine ait oldukça zengin bir koleksiyonlara sahip olunduğu görülmektedir. Bu dönemlere ait pişmiş toprak, taş mermer, kemik, cam, metal kap kacak, heykel ve sikke gibi araç ve gereçler, yöremiz insanlarının, M.Ö. 3000 li yıllardan günümüze kadar yaşayışı, inancı, üretimi, ticareti hakkında bize oldukça önemli bilgiler vermektedir. Ayrıca, günümüzdeki önemi nedeniyle sanayi haline gelmiş mermer ticareti ve sanatı ile ilgili bilgi veren mermer heykeller, lahitler, mezar taşları ve mimari parçalar, müzenin önemini artırmaktadır.

Müzenin bahçesinde açık sergilemede ise genellikle Roma ve Bizans dönemi mezar stelleri, lahitler, küpler, heykeller, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait mezar taşları sergilenmekte ise de henüz Türk-İslam eserlerinin çoğu, kapalı sergi salonumuzun yetersizliği nedeniyle sergilenememektedir.

Afyonkarahisar Arkeoloji Müzesi Pazartesi hariç haftanın altı günü saat 8.30-12.00 13.00-17.30 arası ziyarete açıktır. Müzenin içerisinde fotoğraf çekimi yasak olmakla beraber bahçesinde serbesttir.

 

Sultan Divani Mevlevihanesi

AFYONKARAHİSAR MEVLEVİHÂNESİ’NİN TARİHÇESİ

Mevlevîhâneler içerisinde ilk açılanların başında, Konya’dan sonra Karahisâr-ı Sahib Sultan Dîvânî Melevîhânesi gelmektedir. Mevlevîliğin, Karahisâr-ı Sâhib’de yaygınlaşmasının Hz.Mevlânâ ve torunu Ulu Arif Çelebi’nin buraya yaptıkları ziyaretler sonucunda olduğunu söyleyebiliriz.(Ulu Arif Çelebi, Mevlevîliğin geniş coğrafyalara yayılması için önemli seyahatlerde bulunmuş,gittiği yerlerde devlet idarecileri tarafından en üst seviyede ağırlanmıştır)

Hz.Mevlânâ,6-7 yaşlarında olan oğulları Sultan Veled ile Alâaddin Çelebi ile birlikte Kale Muhafızı Bedrettin Gühertaş’ın davetlisi olarak Afyonkarahisar’a gelmiş,çocuklar da burada sünnet olmuşlardır.Daha sonraki yıllarda torunu Ulu Ârif Çelebi’nin Mevlevîliği yaymak amacıyla buraya geldiği anlaşılmaktadır. (Çelebi: Türkçe “Çalab/Tanrı”kelimesinden türemiştir.Rabbânî;yani Allah Yolu’nun yolcusu demektir).

Hz.Mevlânâ’nın torunlarından (Sultan Veled’in Oğlu) Ulu Arif Çelebi,babası Sultan Veled’den devraldığı icraatlarının takipçisi ve devamlılığını sağlamakla Mevlevîliğin geniş coğrafyalara yayılmasında ve kurumsallaşmasında önemli icraatlarda bulunmuştur. Lârend, Beyşehir, Aksaray, Akşehir, Karahisar, Amasya, Niğde, Sivas, Tokat, Birgi, Denizli, Menteşe, Alâiye, Antakya, Bayburt, Erzurum, Irak, Tebriz, Marend ve Sultaniye onun gittiği belli başlı yerlerdir.

Ulu Ârif Çelebi’nin Afyonkarahisar’ı ziyaret ettiği tarihin,13.yüzyılın sonları olma ihtimali kuvvetlidir.Afyonkarahisâr Dargâhı’nın 1294-95 yıllarından itibaren âsitâne (Âsitâne:İçerisinde Nefs Terbiyesi sürecinin gerçekleştirilebildiği, Çile çıkarılabilen çok fonksiyonlu dergâh) olarak kullanıldığını arşiv kayıtlarında görmekteyiz.

Afyonkarahisâr’ın,Mevlevîlik açısından önemli olmasının sebeplerinden biri de,Hz.Mevlâna’nın torunlarından Mutahhara Hatun’un (Sultan Veled’in kızı) Germiyanoğlu Süleyman Şah’a gelin gelmesidir (1274).Dolayısıyla Çelebi sülâlesi,Konya dışındaki topraklara da kök salmaya başlamıştır.

Sultan Dîvânî döneminde,Mevlevîhâne’ye daha fazla rağbet edildiğine şâhid olmaktayız.Sultan Dîvâni’nin teşkilatçılığı,devlet adamları ile iyi geçinmesi ve onlarla sürekli diyalog halinde olması,çok seyahat etmesi,Mevlevîliğin parlak bir dönem geçirmesine sebep olmuştur.

20.yüzyıla tamir ihtiyacı ile giren toprak damlı,ahşap Mevlevîhâne,Celâleddin Çelebi’nin Postnişînliği sırasında 1902 yılında zuhûr eden bir yangında bütün müştemilat ile birlikte tamamen yanmıştır. Son yapımda Mevlevîhâne’nin taş işçiliği ustalığını Ermeni Andon Usta yapmıştır.

İnşaatın bitim sırasında mimarî hatadan kaynaklanan kubbelerin çökmesiyle saraydan gönderilen Hacı Bey isminde mimar tarafından inşaatın yapımı tamamlanmıştır. Mevlevîhâne inşasının 1908 yılında tamamlandığı, Çizmeci Oğlu Vehbi’nin kağıt üzerine yazmış olduğu kitabesinden anlaşılmaktadır.
Mevlevîhânenin,1925 yılında tekke ve zâviyelerin çalışmalarının iptal edilmesi sonucu,yaklaşık altı asırdır süregelen faaliyetleri sona ermiştir.

2007 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyona alınan Mevlevîhânenin “Derviş Hücreleri/Odaları” bölümü, Afyonkarahisar Belediyesi’nin tahsis etmesi sonucu, “Sultan Dîvânî Mevlevîhâne Müzesi” olarak,30 Aralık 2008 ‘de hizmete sunulmuştur.

Mevlevîhâne’nin Cami bölümü de aynı tarihte restorasyona alınmış, şerbethâneyi ayıran duvar iptal edilip (giriş-sol taraftaki yapı, kadınlar mahfilinin alt kısmı) genişletilerek sonhâlini almıştır.

Sultan Divani Mevlevihanesi Websitesi

 

Afyonkarahisar Kültür ve Sanat Evi

Birbirinden değerli eserlere sahip çıkmayı adeta gelenek haline getiren Afyonkarahisar Belediyesi, Taş Medrese, Bedesten Çarşısı, türbeler ve çeşmelerin ardından şimdi de tarihi bir konağı Afyonkarahisar Kültür ve Sanat Evi adı altında restore ederek ilimiz kültür ve turizmine kazandırdı.

Tarihi yapılara sahip çıkmayı adeta gelenek haline getiren Afyonkarahisar Belediyesi, Taş Medrese, Bedesten Çarşısı, türbeler ve çeşmelerin yanı sıra son olarak Belediye Şehir Çarşısı arkasında eski ambar olarak bilinen konağı restore etti.Yöresel ve kültürel değerlerimizin yaşatılacağı Kültür ve Sanat Evi beğeni kazanırken, ilimiz turizmine büyük katkı sağlaması bekleniyor.

Bin 54 metrekare alana sahip tarihi binada, ilimizin yöresel ve kültürel miraslarını sergileyip tanıtacak. 1910 yılında yapılan 107 yıllık tescilli bina bu projeyle yeniden tarihe kazandırıldı. Gelin odası, keçe ve lokum yapım odaları ile eski mutfak canlandırma odaları ve günlük yaşama dair mekanların birarada olduğu Kültür ve Sanat Evinde, kültürel değerlerimize ait objeler silikon heykellerle canlandırılıyor. Kültür ve Sanat Evi bölgenin turizm potansiyelini de büyük katkı sağlayacak.